1990’ların Ankara’sı ve gençliğim
(24 Aralık 2020)
1990’da henüz 23 yaşındaydım. Istanbul’u sadece televizyonda görmüş ve Boğaziçine henüz dünya gözüyle bakmamış, ülke dışına da hiç çıkmamıştım. Üniversiteden yeni mezun olmuş, önce bankacılık yapmış sonra da mezun olduğum üniversitede asistanlığa başlamıştım. Dört yıl sonra bu kenti terk edip 5 yıllığına yurt dışına çıkacağımı da aklıma getirmiyordum. Babam henüz 46 yaşındaymış yani benim şimdiki yaşımdan bir hayli küçükmüş. Ben 46 yaşıma geldiğimde yani 23 yıllık ömrümü ikiye katladığımda kızım henüz 3 yaşında olacaktı.
1990’lı yıllar Türkiye açısından özlenecek günler olmasa da kişisel anlamda hayatımın en güzel on yılıydı diyebilirim. Hayatı, aşkı dostluğu ve ihaneti öğrenmeye başladığım yıllardı. 1990’lı yılların yarısından çoğunu İngiltere’de geçirmiştim ve döndüğümde 20. yüzyıl neredeyse bitmek üzereydi.
O yıllarda arabam yoktu, arabaya ihtiyacım da yoktu ve Ankara’da henüz AVM’ler de yoktu. Şehrin nabzı memur ve öğrenciler için Kızılay’da atardı. Her şey Kızılay’daydı, sadece yemek yenecek yerler değil, tiyatrolar, sinemalar, kitapçılar, kafeler, büyük mağazalar. Telefonlar ankesörlüydü ve kısacık bir konuşma için önünde kuyruk olurdunuz. Arkadaşlarınızla ya da sevgilinizle ya PTT’nin ya Vakko’nun ya da Yeni Karamürsel mağazasının önünde buluşurdunuz.
Akşamları arkadaşlarınızla buluşmak ve içkili bir lokantada eğlenmek heyecan ve coşku veren bir zevkti. O yılların Ankara’sında akşam olduğunda Bakanlıklar Caddesinde güzel giyimli hanımlar ve beylerin işten çıkıp eve yetişme derdinde olduğunu görürdünüz. İnsanların genel görünümü şimdiki gibi bir Orta Doğu ya da Arap ülkesine değil çok sonraları görecğim Paris’in Champ Elysees bulvarındakilere daha çok benziyordu.
O yıllarda çoğu Ankaralının henüz arabası yoktu olanlar da sadece hafta sonları uzak yerlere gitmek için kullanırlardı. İnsanlar Kızılay’a toplu taşımla gelir evlerine de toplu taşımla dönerlerdi. Sonraki yıllarda şehri AVM ler kaplayacak ve arabalar Kızılay’da park edecek yer bulamadıkları için Kızılay’ın sosyal yapısı ve kültürel merkez olma özelliği kaybolacak ve 1990’ların Ulus’u neyse benzer bir yapıya bürünecek, bizim bildiğimiz ve yaşadığımız Kızılay ölecek ve Kızılay’ın sakinleri Ankara’nın Batısındaki uydu kentlere ve AVM’lere dağılacaktı.
Benim gibi gençliği Ankara’nın o yıllarda epey dışında sayılan Beytepe’de geçenler için ise bu değişim bir kolaylığa dönüşmüştü. Çünkü artık bizim Kızılay’a gitmemize gerek kalmamış Kızılay Beytepe ve Çayyolu civarına taşınmıştı.
1990’lı Yıllarda Ankara’nın kültür hayatı
(25 Aralık 2020)
Ankara’nın 1990’lardaki kültür hayatı şimdikinden çok daha dinamikti. Özel AST tiyatrosu devrimci ve sol oyunlar oynardı. Çağdaş sahne, Büyük Sahne ve Küçük Sahnelerde oynanan oyunlar aylar öncesinden satılırdı. Bir de Sakarya Caddesi üzerinde
Yeni Sahne vardı ve kafesi de çok güzeldi ama 2005 yılında yıkılıp iş merkezi yapıldı. Altına da Burger King açtılar.
Ankara’nın kültür hayatı Ulus-Çankaya İstikametinde Ulus’taki Büyük ve Küçük Sahneler ile Opera ve CSO binasında başlardı. Bilet bulabildiyseniz bedava denecek fiyatlarla Avrupa’da 200 dolara izleyeceğiniz konser ve oyunları izleyebilirdiniz. Sonra tarihi Ankara Radyosu Binası vardı. İşiniz yoksa içine giremezdiniz ama her zaman dinleyebilirdiniz. Sanırım iki sefer o binada programlara davet edilmiştim. Radyoyu da geçtikten sonra Sıhhıye’ye demiryolu alt geçidine gelirdiniz ve bu hattan sonra tarihi Ankara şehri sona erer ve Cumhuriyetten sonra inşa edilen Yenişehir’e girerdiniz. Bundan sonrası şehrin eğitim ve kültür düzeyi çok daha yüksek bir bölümü başlardı. Sıhhıye’den Çankaya Köşküne kadar giden Atatürk Bulvarının her iki yanı Türkiye’de metrakare başına düşen üniversite mezunu açısından eminim birinciydi. Tarihi İstanbul’dan da çok daha eski olan tarihi Roma Şehri Ankara için Yenişehir tarımsal kırsal alanlardan başka bir şey değldi. Tarihi 1920’den sonra başlıyordu. Burası bütün TC toprağı içinde bizzat Atatürk’ün kurduğu ve geliştirdiği tek yerleşim yeriydi ve o büyük insan hala orada Anıtkabir’de kendi kurduğu Yeni Ankara’da yatıyor.
Sıhhıye’den Yenişehir’e girdiğinizde Ankara’nın kültür hayatında çok önemli bir yer altı çarşısı vardır, Zafer Çarşısı. Daha çok 1970 lerin Ankara’sında devrimci solcu gençliğin mekanıydı ve çocukluğumda oraya büyüklerimle giderdim. 1990’larda hala cok faaldi. Dost kitabevinin ilk şubesi oradaydı. Bir çok kitapçı ve kırtasiyeci vardı. Meşhur çay ocağı tost da satardı. Girişte belediyenin büyük bir resim heykel sergi salonu vardı. Diğer dükkanlar daha çok küçük memurlara ve öğrencilere ucuz giysiler satan dükkanlardı.
Zafer çarşısından sonra kitapçılar Sakarya Caddesinden Selanik Caddesi ve Konur Sokağa oradan da Olgunlar Sokağa kadar uzanırdı. Kitapçıların arasında da kitap okuyup sohbet edebileceğiniz çok nezih pastane ve kafeler vardı. Yeme içme mekanlarına sonra değineceğim. Bir tanesi Hachet olmak üzere iki tane yabancı kitap satan kitapçı vardı. Hachet GMK Bulvarı üzerindeydi. Diğeri de Sakarya Caddesinde Sergen Pastanesinin yanındaki Tarhan Kitabeviydi. O yıllarda henüz internet olmadığından yabancı dil biliyor olsanız dahi yabancı dilde gazete dergi ve kitap bulmanız çok güçtü. Amerikan, Fransız ve Alman Kültür dernekleri Büyükelçiliklerin devamı olarak çalışır ve yabancı dilde kütüphanelerinden kitap ödünç almanıza imkan verirlerdi. Olgunlar sokaktaki ikinci el kitapçılarda da
ucuz İngilizce romanlar bulabilirdiniz.
Ankara’da kitapçıların bir özelliği de siyasi görüşe göre farklılaşmalarıydı. Dini kitaplar Hacı Bayram ve çevresinde ve Kocatepe Camisinin etrafında bulunurdu. Bir de Diyanet’in Sıhhıye’deki kitapçısı vardı. Fatih Kitabevi de sağ ve dinci kesimin kitaplarına ağırlık verirdi. Bu bölünmüşlük elbette hiç hoş bir şey değildi ama temelleri 1970’lerin sağ-sol kavgalarına dayanıyordu. Önceleri çizgiler daha sertti. Sol bir kitapçıda asla Necip Fazıl’ın Arif Nihat Asya’nın kitaplarını bulamazdınız. Hatta Mevlana’nın Mesnevisi bile bulundurulmazdı. Fakat adı sanı duyulmamış Güney Amerikalı ve İspanyol yazarların kitaplarından ve Anglo-Sakson dünyasından gerekli gereksiz yüzlerce çeviriye rastlardınız. Sağcı kitapçılar da asla Nazım Hikmet’i ve Orhan Kemal’i satmazlardı ama 13. yüzyıldaki tefsir usulleri hakkında Arapça’dan çevirme eserler ve tabi ki İslamcı ideolojinin babaları olan Seyyid ve Muhammed Kutub kardeşlerin kitaplarını bolca görürdünüz. Sonraları Türkiye ideolojik kutuplaşmadan uzaklaştıkça İslamcı kitabevlerinden Marx’ın kapitalini ya da solcu bir kitabevinden Necip Fazıl’ın şiirlerini bulabilir hale geldik.
Sakarya’daki en ünlü kitapçılardan biri de Bilgi Yayınevi idi. Türk edebiyat ve düşünce dünyasına çok önemli katkılar yapmış yayıncı Ahmet Tevfik Küflü’nün kitapçısı ve yayıneviydi. Bir zamanlar Attila İlhan Ankara’da yaşamış ve Bilgi Yayınevi’nin editörlüğünü yapmış. Konur sokakta Dost Kitabevi ve İmge Kitabevi ve Sağ Kesimden ama dinci olmayan merkez milliyeçi sağdan Turhan Kitabevi vardı. Dost kitabevi Ankara’daki ilk modern açık kitapçıydı. Diğer kitapçıların rafları tezgahın arkasında olur ve siz ancak gözünüzle kitap seçerdiniz. Zaten kitap seçmeyi pek hoş karşılamazdı kitapçılar. Kasap dükkanı gibi “buyurun ne istiyorsunuz” derlerdi. Siz de aradığınız kitabı sorardınız, öyle rafları karıştırmak gibi bir lüksünüz olamazdı. Ama kitapçının müdavimi iseniz bir çay içer yeni gelen kitaplar konusunda bilgilendirilirdiniz.
Mithatpaşa Caddesinde de Merkez Kitapçısı vardı ve 1970’li yıllarda teyzem bana oradan Küçük Hayat Ansiklopedisini almıştı ki ve ben 1000 sayfalık tek ciltlik kitabı devirmiş ve genel kültürümün çoğunu o kitaptan devşirmiştim. Sakarya caddesi ile Bulvarın köşesinde de iki katlı bir kitapçı vardı ve orada da bilim kurgu, ruhçuluk ezoterizm gibi uçuk kaçık konuların kitapları satılırdı. Dost ve İmge kitapları ilk defa raflardan alıp sehpalara taşımış ve müşterilerin karıştırmasına birazcık da okumasına izin vermişlerdi. Muhteşem bir ilerlemeydi ve Konur sokaktaki Dost üniversite gençliğinin buluşma mekanlarından biriydi. Şimdi orası da kapandı ve sadece Dost’un tek şubesi kaldı. Yukarıya doğru çıktıkça Kavaklıdere Tunus Caddesi civarında da küçük kitapçılar vardı ama en önemli kültür mekanları Akün sineması ve Çağdaş Sahne idi.
Ankara’nın 1990’lı yıllardaki kültür hayatının en yoğun olduğu sokak Yüksel Caddesiydi. Mülkiyeliler Birliğinin orada olmasının da çok katkısı vardı tabi ki. Küçük heykelleri şirin kafeleri, incik boncuk ıvır zıvır satıcıları ile Paris’in ve Londra’nın sanat sokaklarından farksızdı. Marjinal tipler de genellikle orayı mekan seçerdi. Basın açıklamaları orada yapılır ve çevik kuvvet de sık sık baskın yapardı. El ele tutuşan ve öpüşüp koklaşan aşıklar da oldukça sıradan bir manzaraydı. Yüksel Caddesi ve Konur Sokak Ankara’da solcu gençlerin ve eski tüfek komünistlerin mekanıydı. Metalci rockçı gibi tipler de çokça bulunurdu.
2020 yılında dahi 30 yıl önceki eski Ankara’nın ruhunu hala soluyabileceğiniz tek sokak Yüksel caddesidir.“Memleket nere birader” sorusu bu ülkede en cok muhatap olunan sorudur. Ailem Ankara’lı olmadığı halde 1974 yılından beri bu şehirde büyümüş bir Ankara’lı olarak Yüksel Caddesine her adım attığımda bütün hücrelerimle ait olduğum yer ve memleketim diyebildiğim, kaldırımlarına bile sevgiyle bastığım bir sokaktır orası.
Bu satırları bir 25 Aralık Aralık’ta yani Noel gecesinde kaleme alıyorum ve Ankara’da 90’lı yılların yeni yıl hazırlıklarını hatırlıyorum. Atatürk Bulvarı, Yüksel Caddesi ve Konur Sokak her adımbaşı yeni yıl kartı ve milli piyago satıcıları ile doluydu. Birbirimize kağıttan kartları postacılar vasutasıyla gönderdiğimiz son yılları yaşadığımızı bilmiyorduk. Ben hayatım boyunca yeni yıl ve bayram kartları atacağımı ve alacağımı zannederdim ama beş yıl sonra e-mail çıkacak ve ortada ne mektup ne de kartpostal kalmayacaktı. Şimdilerde Ankara’nın yeni yıla hazırlandığı o yılları özlemle anıyorum. Kartpostal satıcılarının önünde mumlar ve fenerler yanar gece boyunca da satışlarına devam ederlerdi. Simli, Noel Babalı, Karlı kulübe resimlerinin olduğu rengarenk kartlar ve kırmızı yılbaşı çiçekleri ve yılbaşı kostümleri beraber satılırdı. Bir de kestaneciler olurdu kartçıların yanında ve hele Ankara’ya kar yağıyorsa tadına doyum olmazdı sokak salepçisinden alınan salep, sıcak kestane kebapları, kırmızı yılbaşı çiçekleri, simli yeni yıl kartları ile Yüksel Caddesinde bir cümbüş yaşanırdı. Hepsi geride kaldı ama anılarda yaşıyor tıpkı gençliğim gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder